World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Polemikler

Lionel Jospin ve Trotskizm: Fransız başbakanının geçmişiyle ilgili yapılan tartışma

Peter Schwarz
27 Haziran 2001

Fransız basını son üç haftadır Başbakan Lionel Jospin’in Trotskist bir geçmişten geldiğine ilişkin açıklamalarla dolu.

Bütün bu tartışmalar, Paris’te yayınlananAujourd’hui’nin eski bir Organisation Communiste Internationaliste(OCI, Uluslararası Komünist Örgüt) üyesi olan Patrick Dierich’le yaptığı bir görüşmeyi yayınlamasıyla başladı.1968’den 1986’ya kadar OCI üyesi olan 56 yaşındaki astronom, gazeteye yaptığı açıklamada, 1971’de, Jospin’in, OCI’nın bir üyesi olduğunu bildiğini söyledi: "Hiçbir yanlışlık yok. 1971 yılının yazıydı. Onunla aynı parti örgütünde yer alıyordum. O ‘Michel’ Yoldaştı ve ben ‘Blum’ Yoldaştım. Hepimiz takma adlar kullanıyorduk."

Dierich’ın öne sürdüğü iddialar yeni değil. Benzer türden söylentiler, 1995 yılından bu yana, şu ana kadar herhangi bir somut kanıt olmaksızın, ortalıkta dolaşıyor. Jospin, bu iddiaları, kendisinin, 1980’lerde OCI’nın belli başlı üyelerinden olan kardeşi Oliver’la karıştırıldığını söyleyerek, her seferinde reddetti.

Dierich’ın iddialarını bir başka eski OCI üyesi, şu anda seksen yaşında olan Boris Fraenkel ile yapılan ve haftalık dergiNouvel Observateur’un web sitesinde yayınlanan bir söyleşi izledi. Fraenkel, Alman Yahudisi bir aileden geliyor ve o zamanlar Doğu Prusya olan Danzig doğumlu. Nazilerden kaçarak İsviçre’ye gitmiş ve savaştan sonra, Trotskist OCI’nın kurucu üyesi olacağı Fransa’ya yerleşmiş.

Fraenkel, kendisiyle yapılan söyleşide, Jospin’le 1964 yılında tanıştığını ve ona kendi dairesinde bir yıldan fazla bir süreyle siyaset eğitimi verdiğini anlatıyor: "Lionel Jospin devrimci bir çalışma grubunda yer almak için düzenli olarak beni görmeye gelirdi. Bu Trotskist harekete katılmadan önce zorunlu tutulan bir eğitimdi. Yoldaşlarımın sevdikleri ifadeyle, benim uzmanlığım genç solcuları bulmak ve onları ağıma düşürmekti. O tarihlerde JospinÉcole Nationale D’administration’da [ENA, Fransız siyasi seçkinini yetiştiren üniversite] okuyordu. Onu gizli olarak eğittim. Gelecekte üst düzeyde bir devlet görevlisi olacak biri, bir devrimci olarak tanınmak istemez. Yaptığımız tartışmalar sırasında arkadaş olduk."

Fraenkel, Jospin’in tatilde olduğu bir sırada,kendisine göndermiş olduğu "Lionel" imzalı bir kartpostalı,onunla olan dostluklarının kanıtı olarak gösterdi. Fraenkel, 1966’da OCI’dan ihraç edildiğini ve Jospin’le olan bağlantısının koptuğunu anlatıyor. Fraenkel, OCI’nın önderi Pierre Lambert’in Jospin’le ilişkisini sürdüğünü tahmin ediyor ancak bu konuda kesin bir şey söyleyemiyor. Fraenkel, OCI’dan Wilhelm Reich’ın ve Eros ve Uygarlık adlı kitabını Fransızca’ya çevirdiği Herbert Marcuse’un fikirlerini savunduğu için ihraç edilmişti.

Ulusal Meclis’te, kısa süre önce basında yayınlanan iddialarla ilgili soru önergeleri verilince, Jospin ilk kez kendisinin geçmişte Trotskist hareketle bağlantısının bulunduğunu kabul etti. Jospin, "1960’larda Trotskist düşüncelerle ilgilendiğim doğrudur ve bu siyasi hareketin gruplarından biriyle ilişki kurmuştum" dedi. "Bu, eğer deyim yerindeyse yüzümün kızarmasına yol açacak bir yanı olmayan, kişisel, entelektüel ve siyasi bir yolculuktu."

Jospin, "bu ilişkiler aracılığıyla kimi dikkate değer insanlarla tanıştığını" ve bunun kişisel gelişimine katkıda bulunduğunu söyledi. Jospin "pişmanlık duymayı ya da özür dilemeyi gerektiren hiçbir şey" yapmamıştı.

Jospin, daha önceleri, çeşitli zamanlarda, kendisinin "Suez’in ve Budapeşte’nin bir çocuğu" olduğunu vurgulamıştı. Bu, Mısır’ın Britanya ve Fransa orduları tarafından işgal edilmesine (o sıralarda Fransa’nın başbakanı sosyal demokrat Guy Mollet’ydi) ve 1956’da Macar ayaklanmasının Sovyet orduları tarafından yenilgiye uğratılmasına yönelik imalı bir ifadedir.

Bir gün sonra Jospin, Radio Europe 1tarafından özel olarak düzenlenen bir görüşmede OCI ile olan ilişkileri konusunda daha detaylı bilgi verdi. Jospin, bu ilişkileri sırasında "bir dizi güçlü kişiliği, mücadeleci işçiyi, kendi kendini yetiştirmiş insanı, kimi zaman da entelektüelleri" tanıdığını söyledi. Bu "ENA’da aldığım kalburüstü eğitime karşı yararlı bir konturpuvan – diyebilirim ki, neredeyse bir panzehirdi." Jospin, "radikalizmle deneyimler yaşamış" ve radikalizmi "diğer birçoklarından çok daha iyi" anlayabilme becerisini kazanmıştı.

Le Monde gazetesi de "Lionel Jospin’in Trotskist geçmişi"yle ilgili uzun bir makale yayınladı. Gazete, 1971 Haziranında, Jospin’in Sosyalist Parti’ye (SP) bir "köstebek", yani OCI’nın gizli bir üyesi olarak girdiğini öne sürüyordu.Le Monde, 1969 yazı ile 1971 sonbaharı arasında OCI’nın bir yerel örgütünde Jospin’le birlikte çalışmış olan on kadar tanıktan söz ediyor. Gazete, Patrick Dierich ve kesin olarak Yvan Berrebi olduğu anlaşılan iki kişi dışında diğer tanıkların isimlerini vermiyor.

Le Monde, bunun da ötesinde, Jospin’in 1970’li yıllar boyunca, OCI ile yakın ilişki içinde olduğunu ve OCI’nın önderi Pierre Lambert’le olan ilişkisini 1987 yılında, Sosyalist Parti’nin birinci sekreteri seçildikten ancak altı yıl sonra kopardığını öne sürüyor. Bu iddia, 1970’lerde OCI’nın tam zamanlı parti işçisi olarak çalıştıklarını öne süren iki başka, ismi saklı tutulan tanığa dayandırılıyor. Bu tanıklara göre Lambert, OCI’nın Paris örgütünde, Jospin’le olan ilişkisini saklamıyormuş. Lambert, 1980 yılının Nisan ayında, Jospin’e, Komünist Partisi (FKP) önderi George Marchais ile bir televizyon tartışması düzenlemek konusunda yardımcı olduğunu söyleyerek övünmüş.

Le Monde’un, OCI’nın eski önde gelen üyelerinden daha detaylı bilgi almak için yaptığı girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Şu anda 84 yaşında olan Pierre Lambert, konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmayı reddetti. Parti des Travailleurs(PT, İşçi Partisi) ulusal sekreteri Daniel Gluckstein, sadece Jospin’nin bugünü ile ilgili konuşabileceğini söyledi: "Gerisi bizi ilgilendirmiyor. Jospin’in geçmişi onun sorunudur, bizim değil." Tarihçi Pierre Broué bu konuda hiçbir şey bilmediğini söyledi. 1970’lerin başlarında OCI’nın gençlik örgütü AJS’nin sekreterliğini yapmış olan veLe Monde’a göre OCI’nın Sosyalist Parti’deki antrist çalışmasından sorumlu olan Charles Berg kamuoyu önünde bir açıklama yapmayı reddetti.

Buna karşılık, 1979’da OCI’dan ihraç edilmiş olan ve bugün Jacques Kirsner adıyla bir televizyon yapımcısı olarak çalışan Berg, 1999’da Libération için yazdığı bir makalede, OCI’nın Jospin’le iyi ilişkiler içersinde olduğunu zaten itiraf etmişti: "Uzun yıllar boyunca Lionel Jospin’le siyasi olarak omuz omuza kavga verdik ve aynı devrimci, sosyalist ve demokratik inançları paylaştık."

Radio Europe 1’de kendisineLe Monde’da yer alan iddialar sorulduğunda, Jospin, toplantılarda ve tartışmalarda yer aldığını inkar etmedi. Ne var ki bütün bunlar "kişiye özel nitelikteydi" ve "Sosyalist Parti içinde, kamuoyunun gözü önünde ve açık olarak sürdürdüğü çalışmalarına dokunmamıştı."

1971 yılında, Sosyalist Parti’ye (PS) OCI’nın bir "köstebeği" olarak girip girmediği ve OCI ile siyasi ve entelektüel ilişkilerini tam olarak ne zaman bitirdiği sorulduğunda, Jospin, SP’ye özgürce katıldığı ve Sosyalist Parti içinde her zaman özgürce hareket ettiği cevabını verdi. "Sosyalist Parti’de bir sorumluluk üstlenmeye başlayışımdan bu yana – ki bu 1973 yılıdır – bütünüyle Sosyalistlerin bir üyesi olarak hareket ettim. Diğer bütün her şey, sahip olmuş olabileceğim bağlantıları ve içinde yer almış olabileceğim tartışmaları esas alıyordu ve bütün bunlar tamamen kişiseldi ve hiçbir şekilde başkalarının bilmesi gereken şeyler değildi. 1973 ve 1981 arasında yaptıklarıma ve sonrasında eğitim bakanı olarak ve diğer görevlerdeyken yaptıklarıma bakın ve buralarda en ufak bir sorun olup olmadığını görün!"

Jospin’in itirafları karşısında kamuoyu önünde verilen tepkiler oldukça itidalli oldu. Jospin, kendi kampından neredeyse tam destek gördü. Muhalefetin kimi temsilcileri bu konudan siyasi olarak faydalanmaya çalıştılar ve Devlet Başkanı Jacques Chirac’ın adamlarının Trotskist hareketinin tarihini, bu itirafları yaklaşan başkanlık seçimi kampanyasında bir silah olarak kullanmak üzere dikkatle incelediklerine dair haberler duyuldu. Jospin, muhtemelen 2002’de de Gaulcülerin değişmez temsilcisi Chirac’a karşı Sosyalist Parti adayı olacak.

Jospin, OCI ile olan bağlantıları ve bunları bu derece uzun bir süreyle gizli tutmuş olması nedeniyle çok fazla saldırıya maruz kalmadı. 1960’larda yaşanan radikalleşmenin geniş kesimleri kapsamına aldığı Fransa’da, bir kişinin gençliğinde radikal gruplarla bağlarının olmuş olması alışılmışın dışında bir olgu değil. De Gaulcü Chirac bile, gençliğinde Stalinist gazetel’Humanité’yi satmış olduğunu kamuoyu önünde itiraf etmişti.

Jospin’in yakın çevresi içinde, 1980’lerde hâlâ radikal örgütlerin üyesi olan çok sayıda görevli yer alıyor. Örneğin, Paris milletvekili ve Sosyalist Parti içinde Jospin’in en önemli destekçilerinden biri olan Jean Christophe Cambadélis,1986 yılına kadar OCI merkez komitesi üyesiydi.

OCI, Mitterrand ve "Sol Birlik" (Union de la Gauche)

Jospin’in radikal geçmişiyle ilgili en son yaptığı itiraflar esas olarak taktiksel nedenlerle yapılmış olabilir. Jospin, şimdi bütün bunları kamuoyuna açıklayarak, gelecek yıl yapılacak seçim kampanyasında, bu tür ifşaatların karşıtları tarafından aleyhine bir silah olarak kullanılmasını engellemeyi umuyor olabilir. Ancak bu tür geçici siyasi mülahazaların ötesinde, Jospin’in OCI ile olan ilişkileri çok daha esasa ilişkin soruların sorulmasını gerektiriyor. Trotskist düşüncelere sempati duymuş ve muhtemelen 30 yaşındayken Dördüncü Enternasyonal’in bir seksiyonunda yer almış biri, nasıl olur da, 25 yıl sonra burjuvazinin en güvenilir bir temsilcisi olarak Fransız hükümetinin tepesinde yer alabilir?

Jospin’in kişisel güdüleri hakkında ancak spekülasyon yapılabilir. Gençliğinde Trotskist düşünceleri gerçekte ne kadar desteklemiş olduğuna ilişkin bilgiyi sadece Jospin verebilir – onun da böyle bir şey yapmak istemediği açık. Bununla birlikte, bu örgütle yakın ilişkiye girdiği sırada, 1960’ların sonlarında, Jospin’in kariyeri ile Trotskist ilkelerden hızla uzaklaşmakta olan OCI’nın izlediği gelişim çizgisi arasında açık bir bağlantı var. 1971 yılında, Jospin’in Sosyalist Parti’ye girdiği yıl, OCI daha öncesinde Fransız seksiyonu olarak içinde yer aldığı Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nden koptu.

1971 yılında, OCI, Trotskiy’in düşünceleri ile artık ortak hiçbir yanı kalmamış olan, ancak Sosyalist Parti’nin önderi François Mitterrand’ın amaçlarıyla kolayca örtüşebilecek bir siyasi hat izlemeye başladı. Hem Patrick Dierich’in hem de bizzat Jospin’in, Mitterrand’ın Jospin’in OCI ile olan ilişkisi hakkında bilgi sahibi olduğunu ve buna hiçbir itirazda bulunmadığını düşünmeleri anlamlıdır.

Dierich’e göre, Mitterrand "onun [Jospin’in] çifte üyeliği konusunu tamamıyla biliyordu. Unutmayın ki, kendisi eski iç işleri bakanıydı! … O tarihte Komünist Partisi’nin işçilere Sosyalist Parti’den daha yakın durduğunu düşünmüyorduk. Bunun da ötesinde, seçimler açısından bakıldığında, sağı ancak bir SP adayı yenebilirdi. Dolayısıyla birileri Mitterrand’a yardımcı olmalıydı. Jospin bunu kendi usulüyle yaptı. Nesnel olarak, OCI, Sosyalistlerin bir müttefikiydi."

Mitterrand, Jospin’i kısa sürede taltif etti ve daha 1973 yılında onu partinin ulusal sekreterliği görevine getirdi. Jospin,Radio Europe 1’de OCI ile olan bağlantısının kendisine Sosyalist Parti içinde herhangi bir engel yaratmadığını belirtti. Jospin, Mitterrand’ın bu durumla ilgili olarak bir şeyler bilip bilmediği sorulduğunda şu cevabı verdi: "Bana göre birileri bu durumu onun kulağına fısıldamış olmalı, ancak onunla bu konuyu kesinlikle hiç konuşmadık. Onun, benim yaptığım işten memnuniyet duyduğuna inanıyorum."

1971 yılının Haziranında, Épinay kongresinde, Mitterrand Sosyalist Parti’nin önderliğini dikkatle hazırlanmış bir girişimle sürpriz bir biçimde ele geçirdi. Savaşın sona ermesinden bu yana görevde olan ve bütünüyle Soğuk Savaş düşüncesine bağlı olan Guy Mollet’in eski önderliği dönemine taban tabana zıt bir biçimde Mitterrand solun birliğini, " l’union de la Gauche "u savundu. Mitterand bundan hem cumhuriyetçi akımları ve bölünmüş durumdaki sosyalist akımları bütünleştirerek Sosyalist Parti’yi genişletmeyi – o tarihlerde SP, aldığı oy itibariyle Komünist Partisi’nin peşinde nal topluyordu – hem de Komünist Partisi ile, Sosyalistlerin öncü rol oynayacağı bir ittifakı anlıyordu.

Mitterand, bu yolu izlerken hiçbir şekilde bir solcu ya da adanmış bir sosyalist olarak hareket etmiyordu. Nazi yanlısı Vichy rejiminin bir yetkilisi ve Dördüncü Cumhuriyette bir burjuva bakan olarak Mitterrand, büyük siyasi ihtirasları olan ancak büyük siyasi inançları olmayan biriydi. Bu onu başkalarının düşüncelerini sömürmekte herkesten çok daha maheretli yapmıştı – bir tür günümüzün Joseph Fouché’ü gibiydi.1 Daha henüz 1965’de General de Gaulle’e karşı solun ortak adayı olarak ortaya çıkmış ve hatırı sayılır bir sonuç elde etmişti – sadece bundan kısa bir süre sonra siyasi olarak marjinalize edilmek üzere.

Mayıs-Haziran 1968’in öğrenci ayaklanması ve genel grevi, Mitterrand’ın bir "Sol Birlik" oluşturma çabasına yeni bir itki sağladı. Beşinci Cumhuriyet temellerinden sarsılmıştı. Devlet Başkanı de Gaulle, durumun kontrolünü geçici olarak kaybetmiş ve görevinde ancak Komünist Partisi’nin yardımıyla kalabilmişti. İktidarının sonu yakın görünüyordu.

Rejimin krizi, yaşanmış olan toplumsal değişimin bir sonucuydu. Fransa, ellilerde ve altmışlarda tarım ve sanayi arasındaki dengeyi radikal bir biçimde değiştiren, uzun yıllar boyunca Fransız siyasetinde muhafazakar bir güç olarak etkili olmuş kırsal küçük burjuvazinin önemini azaltan, dikkate değer bir ekonomik hızlı büyüme dönemi yaşadı. Şehirlerin varoşlarında genç, militan bir işçi sınıfı ortaya çıkmıştı. Stalinistlerin sahip oldukları kötü ün ve Sosyalistlerin içinde bulunduğu dağınıklık nedeniyle, bu kesimlerin militanlığı devrimci bir yol izleme tehlikesini doğurdu.

Bu koşullar altında Sol Birlik, bu hareketi daha ılıman sulara kanalize ederek zaptetmeye hizmet etti. Mitterand, geçmişi kendisine lekeli bir ün miras bırakmış olsa da – Sol Birlik’in yardımıyla – geniş işçi kesimlerinin imgelemini yakalamayı başardı. Sol Birlik’e yetmişler boyunca muazzam umutlar ve hayaller bağlandı. 1981’de Mitterrand nihayet devlet başkanı seçildiğinde, yüz binlerce insan sokaklarda dans etti – ancak bu mutluluk tablosu çok uzun sürmedi. Mitterrand, kısa sürede kendisine bağlanan umutları boşa çıkardı.

OCI, 1971’de, Mitterrand tarafından yaratılan umutların ve hayallerin desteklenmesinde kritik bir rol oynadı. Bu, Mitterrand’a, soldan değerli ve memnuniyetle karşıladığı bir destek sağladı.

1969 yılının Nisan ayında, de Gaulle’ün istifasının ardından, OCI, kendi siyasi ekseninde, Sosyalist ve Komünist partiler tarafından desteklenen ortak bir başkan adayı çıkarma talebini yükseltti. OCI, bunun sadece taktik değil, bir ana strateji olduğunu özellikle vurgulayarak, bu politikayı bir "birleşik işçi cephesi" olarak adlandırdı. OCI, bu stratejinin, işçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak burjuvaziye, onun devletine ve hükümetine karşı bir duruş sergilemesi gerekliliğinden kaynaklandığını öne sürdü. OCI’nın gazetesi La Vérité şöyle diyordu: "Hükümet ve iktidar sorununun cevabı kendisini birleşik işçi cephesi sorununun içinde çözümlüyor." (No. 544, s. 10). "Birleşik işçi cephesi, iktidar ve devlet sorununun çözümü açısından vazgeçilmezdir."

Hem Sosyalistler, hem de Stalinistler tarafından desteklenen bir adayın seçilmesinin işçi sınıfını iktidara getireceği iddiası ahmakçaydı. On yıllar boyunca her iki parti de burjuva devletine sadakatlerini ortaya koymuştu. Ancak bu durum Mitterand’ın politikalarını yarım yamalak örterek etkili oldu. 1969’da sol ortak bir aday bulma konusunda başarısız olunca, OCI, SP’yi ve FKP’yi "proletaryanın sınıf cephesini tahrip etmek"le suçladı. Seçimde kendi adaylarını çıkartan Michel Rocard’ın Birleşik Sosyalist Partisi ve Alain Krivine’in Komünist Ligası da, OCI tarafından "sınıf cephesini bölmekle" suçlandı.

Belli ki, Mitterrand kendisine verilen bu desteği memnuniyetle karşılıyordu. OCI, sadece Mitterand’ın hedeflerini desteklemekle kalmıyordu; aynı zamanda ona faydalı olacak siyasi güçleri de sağlayabilirdi. Jospin’in biyografisinin yazarları Gérard Leclerc ve Florence Muracciole, o günlerdeki OCI’yı (o sıralarda Uluslararası Komünist Parti –PCI- adını taşıyordu) şu şekilde anlatıyorlar: "1968 Mayısında yaşanan olayların sağladığı itkiyle PCI yetmişlerin başlarında yükselişteydi. PCI’nın 8.000’ne yakın üyesi vardı ve on binlerce insanı harekete geçirebilecek durumdaydı – özellikle, gençlik örgütü Sosyalizm Yolunda Gençlik İttifakı (AJS) sayesinde… PCI, en önemli öğrenci örgütü olan UNEF-ID’yi denetimi altında tutuyordu ve Force Ouvrière sendikasının çok sayıdaki şubesinde iyi bir biçimde örgütlenmiş durumdaydı… PCI aynı zamanda öğretmenler sendikasında ve hatta – çok ihtiyatlı bir biçimde de olsa – CGT [Komünist Partisi’nin denetimindeki sendika] içinde de çok aktifti." (Lionel Jospin, L’héritier Rebelle ", ss. 43-44.)

Hatta Mitterrand, OCI tarafından Paris Komünü’nün yüzüncü yıl dönümünü anmak için düzenlenen ve idare edilen bir törende, asıl konuşmacılardan biri olarak yer aldı.

OCI ve Dördüncü Enternasyonal

Jospin, 1964 yılında OCI ile ilişkiye geçtiğinde, bu parti Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Fransa seksiyonuydu. DEUK, 1953 yılında, önce Michael Pablo’nun ve ardından Ernest Mandel’in önderliğindeki oportünist eğilime karşı, Ortodoks Trotskizmi savunmak için kurulmuştu. OCI’nın DEUK’den kopması ve Mitterand’a verdiği destek, Fransız işçi sınıfını Dördüncü Enternasyonal’in programından kopardı ve bu şekilde, Fransız işçi sınıfını devrimci bir alternatiften yoksun bıraktı. Bu, pek çok kez militan mücadeleler vermiş olmasına karşın, toplumsal ve siyasal kazanımlarını savunamadığı kanıtlanmış olan emek hareketinin mevcut krizinin en önemli nedenlerinden biridir. Bu konuyu anlayabilmek için, konudan kısa bir süre ayrılıp, Dördüncü Enternasyonal’in tarihinden söz etmemiz gerekiyor.

Pabloculuğa karşı mücadele, Trotskist hareketin temel programatik yönelişi etrafında oluşturuldu.

1930’larda, Lev Trotskiy, Dördüncü Enternasyonal’in kurulması girişimini başlattığında, hem İkinci (sosyal demokrat) hem de Üçüncü (komünist) enternasyonallerin umutsuzca yozlaştığı ve toplumsal ilerlemenin araçları olarak potansiyellerini tüketmiş oldukları gerçeğinden gerekli sonuçları çıkartıyordu. Sosyal demokrasi, birinci dünya savaşından bu yana, burjuvazinin sadık bir suç ortağı olduğunu kanıtlamıştı. Komünist Enternasyonal, Moskova’daki Stalinist bürokrasinin bir aleti haline dönüşmüştü ve uluslararası emek hareketinin yaşadığı korkunç yenilgilerden sorumluydu. Özellikle, Alman Komünist Partisi’nin (KPD) felaket getiren politikaları nedeniyle Hitler’in iktidara gelişi sırasında felç durumunda olan Alman proletaryasının yenilgisinin ardından Trotskiy, Komünist Enternasyonal’in sosyalist devrim mücadelesinde artık hiçbir işe yaramayacağı sonucunu çıkardı.

Bundan böyle, işçi sınıfının önderliği sorununu çözmenin tek yolu Dördüncü Enternasyonal’in seksiyonu olarak yeni proletarya partilerinin inşa edilmesinden geçiyordu. 1938 yılında yayınlanan Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş programı şunu ilan ediyordu: "Dördüncü Enternasyonal, İkinci, Üçüncü, Amsterdam [Amsterdam Enternasyonal’i, 1919’da merkezi Amsterdam olarak yeniden canlandırılan, sosyal demokrasinin egemen olduğu Uluslararası İşçi Sendikaları Federasyonu’nun popüler adıydı–ç.n.] ve Anarkosendikalist Enternasyonallerin bürokrasilerine ve bunların merkezci uydularına karşı uzlaşmaz bir savaş ilan eder... Bütün bu örgütler, geleceğin güvencesi değil, geçmişin çürümüş artıklarıdır."

Pabloculuk bu perspektifi reddetti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Kızıl Ordu tarafından işgal edilen ülkelerde, Stalinist bürokrasi tarafından uygulamaya konulan devletleştirmelerin kapsamlılığından etkilenen Pablo, Stalinist bürokrasinin – nesnel olayların baskısı altında – kendisini reforme edebileceğini ilan etti. Sosyalizme doğru evrim, yüzyıllar boyunca, o sırada Doğu Avrupa’da oluşmuş olanlar gibi "yozlaşmış işçi devleti" biçimini alacaktı. Bu nedenle artık Dördüncü Enternasyonal’in görevi Stalinist partilere karşı tutarlı bir biçimde kavga vermek değil, fakat bunları etkilemeye çalışmak, saflarındaki ilerici eğilimleri tanımak ya da bütünüyle Stalinist partilerin içinde erimek olmalıydı.

Pabloculuk daha sonra bu perspektifi çeşitli küçük burjuva hareketlere – Mao’nun köylü ordusuna, Fidel Kastro’nun gerillalarına, farklı ulusal kurtuluş hareketlerine ve 1960’ların öğrenci hareketlerine – uyguladı. Bu perspektifin anlamı hep aynı kaldı: sosyalist devrimin taşıyıcısı, kendi, bağımsız bayrağı altında işçi sınıfı değil, fakat nesnel olayların baskısı altında sola doğru hareket edecek olan diğer toplumsal güçlerdi.

Fransız Trotskistleri bu sorun karşısında bölündüler. 1952’de Pablocu azınlık, Pablo’nun denetimindeki Uluslararası Sekreterya’nın desteğiyle, Ortodoks Trotskist çoğunluğu ihraç etti. Daha sonra OCI haline gelecek olan çoğunluk, 1953 yılında Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ne katıldı. Azınlık, revizyonist Uluslararası Sekreterya’nın (daha sonra Birleşik Sekreterya adını aldı) içinde kaldı. Bugün Alan Krivine’in önderliğindeki Devrimci Komünist Liga (LCR) bu Pablocu azınlıktan türemiştir. Fransa’da, Trotskist olduğunu iddia eden, ancak 1938’de Dördüncü Enternasyonal’e katılmayı reddeden bir üçüncü eğilim daha vardı - bugün Arlette Laguiller’in önderliğindeki Lutte Ouvrière(LO-İşçi Mücadelesi). Bu parti, güçlü bir biçimde sendikalizme yönelmiş durumdaydı ve program ve ilkeler konusundaki uluslararası çelişkileri küçümsüyordu.

1960’ların ortalarında OCI, Uluslararası Komite’nin Pabloizme karşı verdiği kavganın üzerine bir soru işareti koydu. Başlangıçta bu tavır kendisini Dördüncü Enternasyonal’in can çekişmekte olduğu iddiasıyla ifade etti: Dördüncü Enternasyonal, Pabloizm tarafından tahrip edilmişti ve yeniden inşa edilmeliydi.

Uluslararası Komite’nin Britanya seksiyonu Sosyalist Emek Liga’sı (SLL) bu iddiaya öfkeli bir biçimde karşı çıktı. SLL, 1967’de OCI’ya şöyle yazdı: "Dördüncü Enternasyonal’in geleceği, verdikleri mücadelelere ihanet eden Stalinistlere ve reformistlere karşı, milyonlarca işçinin biriktirmekte oldukları nefrette ve deneyimde temsil edilmektedir. Dördüncü Enternasyonal, bu ihtiyacı karşılamak üzere, bilinçli bir biçimde mücadele etmelidir… Kadrolar ancak revizyonizme karşı verilen bu mücadele yoluyla, kapitalizme ve bürokrasiye karşı mücadelenin içine çekilen milyonlarca işçinin önderliğini ele almaya hazırlanabilirler… Dördüncü Enternasyonal’in yaşamı, 1952’den bu yana geçen yıllar boyunca, Pabloculuğa karşı verilen canlı mücadele ve kadroların ve partilerin bu temelde eğitilmesindenoluştu." (Trotskyism versus Revisionism, cilt. 5, Londra 1975, ss. 107-114)

SLL, OCI’yı 1968’in büyük sınıf mücadelelerinin hemen öncesinde, şüpheci bir bakış açısının yaratacağı sonuçlar konusunda da uyardı: "Şu anda batı Avrupa’da, özellikle de Fransa’da, işçilerin radikalleşme süreci hızlı bir biçimde yol alıyor… Böyle bir gelişme aşamasında, her zaman için, devrimci bir partinin işçi sınıfının durumuna devrimci bir yolla değil de, işçilerin eski önderlik altında edindikleri kendi deneyimleriyle sınırlı olan mücadele düzeyine, yani ilk başta yaşanan kaçınılmaz kafa karışıklığına, uyarlanarak tepki vermeleri tehlikesi vardır. Bağımsız parti ve Geçiş Programı mücadelesinde, bu tür revizyonlar genellikle işçi sınıfına yakınlaşmak, mücadele içindeki herkesin birliğini sağlamak, ültimatomlar yayınlamaktan kaçınmak, dogmatizmi terk etmek vb. ile maskelenir." (ibid., ss. 113-114).

Bu uyarıya kulak asılmadı. 1968’de yaşanan ayaklanmalar binlerce yeni, deneyimsiz üyeyi OCI’nın ve gençlik örgütünün (AJS) saflarına çekti ve OCI önderliği kendisini, bu unsurların kafa karışıklığına uyarladı. SLL tarafından da eleştirilmiş olan "birleşik sınıf cephesi" talebi, şimdi OCI’nın kendisini sosyal demokrasiye uyarladığı ve yeni kazanılmış güçleri eski bürokratik aygıtlara geri veren bir formül haline gelmiş durumdaydı.

Artık, OCI’nın görüşleriyle Pablocuların görüşleri arasında herhangi bir köklü farklılık bulunmuyordu. Tek farklılık, Pablocular Stalinist partilere yönelmeye devam ederlerken, OCI’nın sosyal demokrasiye yönelmiş olmasıydı – OCI’nın Stalinizme yönelik husumeti, kendisini sosyal demokrasinin anti-komünizmine gittikçe daha fazla uyarlamaya yöneltiyordu.

OCI, yetmişli yıllarda sosyal demokrat bürokrasi için yeni kazanılmış gençlerden oluşan önemli bir kadro deposu haline geldi. Lionel Jospin, OCI’nın rahle-i tedrisatından geçmiş olan çok sayıdaki devlet görevlisinden sadece biridir. Pablocu gençlik hareketi LCR’den Sosyalist Parti’nin sağ kanadına geçmiş olan Henri Weber’e göre, "Sosyalist Parti’de yüzlerce eski Trotskist" var. "Bu klasik bir kariyerdir. Onlardan bir klüp oluşturabilirsin." Ortodoks Trotskistlerle, Pablocu ve OCI türü sözde Trotskistleri birbiriyle karıştırıp birleştiren Weber, sözlerinin devamında Trotskizmin "eğitim için mükemmel bir okul" olduğunu söylüyor.

Jospin’in bir taraftarı olan Marisol Touraine, Jospin’in Sosyalist Parti’ye OCI’nın bir ajanı olarak girdiği iddiası üzerine şu yorumu yaptı: "Herkes, sonunda bir sosyal demokrat oluyorsa, antrizmin amacı nedir ki?"

OCI, sendika bürokrasisi içinde etkisini yaygınlaştırdı. OCI’nın özellikle, Stalinistlerin egemenliğindeki CGT’den sağcı bir kopuşla ortaya çıkanForce Ouvrière’in (FO) önderliği ile yakın ilişkileri var. OCI’nın önderliğinde yer alan çok sayıda insan FO aygıtı içinde tam zamanlı olarak çalışıyor. OCI’nın önderi Pierre Lambert, uzun süre FO başkanı André Bergeron’un ve Bergeron’un halefi, makamını OCI’nın desteğine borçlu olduğu bilinen Marc Blondel’in yakın bir danışmanı oldu.

1980’lerin sonlarında OCI kendisini Sosyalist Parti’den belirli bir ölçüde ayırdı ve Parti des Travailleurs(PT-İşçilerin Partisi) adı altında yeniden ortaya çıktı. Ancak bu, Ortodoks Trotskist çizgiye bir dönüş anlamına gelmedi. PT, şu ya da bu nedenle ya da çok arzu ettiği mevkilere ulaşamadığı için Sosyalist Parti’nin dışına düşmüş olan sağcı sosyal demokratlar için bir buluşma noktası konumunda.

OCI’nın politikaları işçi sınıfı açısından çok yıkıcı oldu. Mitterrand’ın iktidarda bulunduğu on dört yıl boyunca, işçilerin siyasi bir alternatiften yoksun olduğu koşullarda, önce Sol Birlik içinde ve ardından sağla içli dışlı olarak, işçi sınıfının sosyal kazanımları sistematik bir biçimde tırpanlandı. Sonunda Mitterrand, de Gaullcülerin iktidara dönmelerine giden yolu hazırlamış oldu.

1996 sonbaharında yaşanan kitlesel grev hareketlerinin ardından, 1997 yılında Jospin, Fransız siyasi düzenini ve medyasını şaşkınlık içinde bırakarak başbakan seçildi. Ancak ara sıra kullandığı sol söyleme karşın, Jospin’in ekonomik ve sosyal politikaları, büyük ölçüde muhafazakar selefinin politikalarının devamı niteliğindeydi.

Jospin’in "sol çoğunluk hükümeti" iktidara geldiğinden bu yana, kendisine bağlanan güveni büyük ölçüde boşa çıkardı. Özellikle Komünist Partisi gittikçe küçülüyor. Heyheyli zamanlarında yüzde 20’nin üzerinde oy almakta olan bu partinin oy oranı şu anda yüzde yedi ile sekiz arasında dalgalanıyor ve Yeşiller tarafından geride bırakılmış durumda.

Fransız basınında, Trotskizm hakkında – Trotskizmin tarihi ile ilgili yayınlanan çok sayıdaki makalenin eşliğinde – hali hazırda yapılmakta olan tartışma, bugünkü Fransız siyaseti ile yakından ilişkili. Jospin hükümetinin yaşadığı kriz nedeniyle burjuvazi soldan yeni bir destek sağlama arayışı içinde ve bunu Krivine’in LCR’sinin ve Laguiller’inLutte Ouvrière’inin "Trotskistleri" içinden bulmayı umuyor. Burjuvazi, OCI ile yaşamış olduğu deneyime bakılacak olursa, daha 1953 yılında Dördüncü Enternasyonal’in perspektifinden kopmuş olan orijinal Pablocu örgütle ilgili bir hayal kırıklığına uğramayacaktır. Lutte Ouvrière sendikalara sıkıca sarılırken, LCR hevesli bir biçimde Komünist Partisi’nden kendisine işbirliği teklifi yapılmasını bekliyor.

Bu partilerin hiçbirinin işçi sınıfına sunabilecekleri bir perspektifleri yok. Böyle bir perspektif için 1971’de OCI’nın sırtını dönmüş olduğu dünya partisinin, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin seksiyonunu inşa etmek gerekiyor.

* * *

1 Joseph Fouché—bir Jakoben ve Terör sırasında eski aristokrasiye ve kralcılara karşı en sert önlemlerin alınmasından yana tavır aldı, daha sonra Jakoben diktatörlüğünü deviren sağcı Thermidor darbesinin baş örgütleyicisi oldu, burjuva Direktuvarında (1794-1799) ulusal polis şefi oldu ve Napolyon Bonaparte’ın emperyal rejimine, benzer bir sıfatla hizmet etmeye devam etti. Fouché, acımasızlığı, vicdansızlığı ve bütünüyle ilkesiz olmayı birleşitirip, siyasi olarak ayakta kalanlar için kullanılan bir sözcük haline geldi.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır